Modern bir dünyaya iman edenler için hiçbir gelenek vurgusunun fazla bir öneminin kalmadığı çağdayız. Bu çağda insanların dünyanın gidişatına göre değişip dönüştükleri bir hakikat olarak gözler önünde.

Modern bir dünyaya iman edenler için hiçbir gelenek vurgusunun fazla bir öneminin kalmadığı çağdayız. Bu çağda insanların dünyanın gidişatına göre değişip dönüştükleri bir hakikat olarak gözler önünde. Haliyle bu değişim ve dönüşümler sosyal çürümeyi de beraberinde getiriyor.

Toplumun temel sosyal yapılarının, kültürel değerlerinin, ahlaki normlarının ve sosyal kurumlarının erozyona uğraması ya da zayıflaması diye tabir edilen sosyal çözülme fıtrata yapılan bir saldırıdır. Fıtrat bozulunca hiçbir şeyin sağlam kalması mümkün değildir.

Sesin kulağa, tadın damağa , yağmurun toprağa ve dalın budağa küstüğü bir çürüyüş sanki bu. Toplumun tüm uzuvlarına, şehirlere, sokaklara, evlere ve içimize sinen kadar uzanan derin bir çürüme.

Çürüme sonunda tepetaklak olan ahlak anlayışı, kadim değerler silsilesi, kadın , çocuk aile , eğitim ve adalet gibi mefhumlar, insanın azdırılmış arzularına teslim ediliyor. Niteliğin niceliğe satıldığı, inancın dilde kaldığı bir çürüyüşün nahoş kokuları bunlar.

Bireylerde başlayan yozlaşmanın , öyle topyekün bir çürüyüşü ki bu, herkesin fili tuttuğu yerden tarif ettiği , hakkın ve adaletin öznelleştiği bir zamanda , her cephe kendi penceresinden ''ben haklıyım'' bayrağını dalgalandırıyor.

Sosyal alanlardan bağı koparılıp yalnızlaştırılan, umutsuzluk ve buhran dolu ruh halleriyle donatılan, kaba, ezen ve ötekileştiren bir kimlikle kodlanan , bugüne, yarını kurtarmak için uyanan bireyler , çürümenin lokomotifi oluyor.

Bütünüyle ekonominin diliyle konuşan toplumlarda, insanı hayata bağlayan, hayatı da insana bağlayan ve çözen yegane faktör para olunca, değerler ticarileşiyor, ticari olanlar ise değerin önüne set çekiyor.

Medeniyet yoksunluğu olarak ta ifade edebileceğimiz sosyal çürüme, toplumun kılcal damarlarına kadar yayılmış görünüyor. ''Öyle ki, kendi istediği olmayınca, elinden elma şekeri alınmış bir çocuk nasıl kendini yere atıp tepinirse, bu yeni türemiş insan modeli de gözünü kırpmadan karşısındakini öldürebiliyor. Trafikte ona yol vermeyen sürücüye tepkisini beyzbol sopasıyla gösterebiliyor. Ondan boşanmak isteyen eşini öldürüp cinayet işlediği bilgisini sosyal medya hesabından canlı paylaşabiliyor.''(1) Her yanda sosyal çürümenin kokusu duyuluyor.

Dizi senaryolarına ve orada oluşturulan karakterlere bakıldığında çürüme daha bir görsellik kazanıyor. Gayri meşru işlerle Kara para güya ak'lanıyor. Mafyanın bile kültüründen bahsediliyor. Aile içinde herkesin bir yalanı, ötekinden sakladığı bir şeyleri var.

Televizyon kanallarındaki haberler, çocuklarını sevgilisi için terk eden ve o terkedilen çocukları için DNA testi isteyen erkeklerle dolup taşıyor. Bütün bunlar yedenden yetmişe herkesin gözleri önünde yaşanıyor.

Evlerimizde baş köşede duran televizyonlarda günde kaç cinayet işlendiği, kaç tecavüz sahnesi olduğu ve kaç ihanet gerçekleştiği sayılamaz hale geliyor. Bu gerçeğe rağmen konu komşu görmesin diye pencerelerine kat kat perdeler çekenler, ev içinin en özel görüntülerini tüm dünyaya , Tik Tok vb. sosyal mecralarda beğeni uğruna pervasızca sergiliyor.

Kavramların işi boşaltılarak, düz mantıkla düşündürmeye özendirilen nesiller, sloganlarla eylemsizliğe ve hazırcevaplara teslim ediliyor.

Akademik unvan enflasyonuyla cehalet aynı anda yükselirken , düşünmek ve üretmek yerine , kes kopyala yapıştır mantığı , eğitim sisteminde cirit atar hale geliyor.

Sorumsuz ailelerin okuldan şikayetçi, sorunlu okulların ailelerden muzdarip olduğu bir meydanda körler sağırlar birbirini ağırlıyor.

Okullaşma, okula gidip gelmeyle, devam kağıdına atılan çentikle sınırlı tutuluyor. Mantar gibi en kuytu mahallelerde bile beliriveren üniversiteler, birer seri-üretim fabrika kıvamında yığınla mezun veriyor. Nice üniversite mezunu genel kabiliyetlerinin, potansiyelinin ve hayallerinin çok altında iş kollarında çalışıyor. Genç nesil 'hayatı yaşamak' için değil, 'hayatta kalmak' için debelenen yığınlara dönüşüyor.

Modernleşmenin getirdiği yeni farklılaşma ve çatışmalar sosyal çürümenin ateşine durmadan odun taşıyor. Eğitim sistemindeki öze uyumsuzluk sorunları, ahlaki normlarda zayıflama, geleneksel ilişkilerin erozyonu, istikrarsızlık, işsizlik ve toplumsal bağların zayıflamasıyla beraber çürümenin kokusunu daha geniş alanlardan hissediliyor.

Henüz birini hazmedememişken yerini yenilerinin alıp, diğerinin unutuluverdiği, sıradanlaştığı her türlü istismar, haksızlık ve ihanet, çürüyüşün ganimetleri olarak yeni nesle intikal ediyor. Nihayetinde gerçekleri göremeyen, kendini düzeltmeden her sorunu öteleyen, kaskatı ve çürüyüşe yürüyen bir toplumu inşa oluyor.

Doğada rolü biten her şey çürümeye mahkûmdur. Toplumsal sistemlerde ise çürüyen kurumlar yerlerini alan yenilerini besler. Bu döngünün yönünün iyiye mi kötüye mi olacağını belirleyecek olan ise, nerede durduğumuzdur. Çünkü çürümeye meyletmiş toplumda sağlam olmak yetmez, çürüklerden de uzak durman gerekecektir.

Çürüme bir 'kader' değil; yaptıklarımız ve yapmadıklarımızın bir sonucudur. O halde vicdanlı, terbiyeli, empati sahibi ve erdemli olmak için neyi bekliyoruz ? Çünkü biz değişirsek dünyanın çürüyen yüzü de değişecektir.

1.www.perspektif.online / Menekşe Tokyay